* Ebû Hüreyre
(r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Benim sübhânallah
velhamdulillah ve lailaheillallah vellahuekber demem, bana güneşin üzerine
doğduğu her şeyden daha sevimlidir”.[30]
* Enes b. Malik
(r.a.) rivayet ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sabah namazından
güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir toplulukla oturmam, benim için Hz.
İsmail’in oğullarından dört tanesini özgürlüğüne kavuşturmaktan daha
sevimlidir. İkindi namazından güneş batıncaya kadar Allah’ı zikreden bir
toplulukla oturmam, bana dört kişiyi azad etmekten daha sevimlidir”.[31]
* Ebû Hüreyre
(r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yüce Allah şöyle
buyuruyor: Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben
onunla beraberim. O, beni kendi içinden anarsa ben de onu kendi içimden anarım.
O, beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı başka bir topluluk
içinde anarım. Eğer o, bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın
yaklaşırım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.
Eğer o bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak gelirim”.[32]
Bu kudsi hadiste
geçen “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı gibiyim” ifadesi, “Ben, kulumun
benim hakkımda zannettiğini yapmaya kadirim; yapabileceğimi sandığı şeyi
yaparım” anlamındadır. Kurtûbî, el-Müfhem’de der ki: “Ben, kulumun beni
zannettiği gibiyim” ifadesinin şu anlamda olduğu söylenmiştir: Kul, dua
ettiğinde duasının kabul edileceğini; tevbe ettiğinde tevbesinin geri
çevrilmeyeceğini; bağışlanma dilediğinde bağışlanacağını; şartlarını yerine
getirerek yaptığı her ibadetin sevabının mutlaka verileceğini ve Allah’ın
vaadini mutlaka yerine getireceğini zanneder, buna inanır”. Bu anlamı, Hz.
Peygamberin şu hadisi de desteklemektedir: “Size icabet edileceğine inanarak
Allah’a dua edin”. Günah işlemeye devam ettiği halde bağışlanacağını zannetmek,
cehalet ve aldanmadan başka bir şey değildir. Bu tür düşünce, kişiyi Mürcie
mezhebine götürür.[33]
el-Hattabî de der
ki: Allah, ameli güzel olanların zannını güzel yapar. Hadis sanki şöyle
söylüyor: Siz amellerinizi güzel yapın; hatalarınız af olunur. Zira Allah pek
cömert ve engin kerem sahibidir”.[34]
İbn Battal ise
şöyle söyler: Yüce Allah bu hadiste, kulun kendisine kendisinin de kuluna
yaklaştığını haber veriyor. Hatta yürüyerek ve koşarak gelmekten söz ediyor. Tüm
bu tanımlamalar, gerçek ve mecazi anlam içerir. Bunlara gerçek anlam
verildiğinde, bu, mesafe kat etmeyi ve bedenlerin yakınlaşmasını gerektirir.
Oysa bu, Yüce Allah hakkında imkansızdır. Bu ifadelere gerçek anlamı vermek
imkansız olunca, onlara mecazi anlamı vermek zorunlu hale gelir. Arap dilinde
meşhur olan geçerli kural budur. Buna göre kulun karış ve arşın ile Allah’a
yaklaşması, O’na gelmesi ve yürümesi demek, Allah’a itaat ederek, farz ve nafile
ibadetleri yaparak Allah’a yaklaşmak demektir. Allah’ın kuluna yaklaşması ve
gelmesi ise, Allah’ın bu kulu kendisine itaat üzerinde sabit kılması ve onu
merhametine yaklaştırması demektir. “Ben de ona koşarak gelirim” ifadesi, “Sevap
ve mükafatım ona çabuk gelir” anlamındadır.[35]
İmam Nevevî,
Müslim şerhinde bu hadisi açıklarken der ki: Bu hadis, Allah’ın sıfatlarıyla
ilgili bir hadistir. Dolayısıyla hadisin, zahiri anlamı kastetmiş olması
imkansızdır. Hadisin anlamı şudur: Kim bana itaat ederek yaklaşırsa, ben de
rahmetimle, başarılı kılmakla ve yardım etmekle o kimseye yaklaşırım. O, ibadeti
artırdıkça ben de rahmet ve yardımımı artırırım. Eğer bana yürüyerek gelir ve
bana itaatte çabuk davranırsa, ben de ona koşarak gelir; rahmetimi onun üzerine
yağdırır ve onu geçerim. Onu, amacına ulaşmada daha fazla yürümeye muhtaç
bırakmam. Yani bu hadiste temel amaç, yaklaşma derecesine göre Allah’ın
sevabının yapılan ibadetten kat kat fazla olacağını anlatmaktır.
* İbn Abbas
(r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yüce Allah diyor ki: Ey
Ademoğlu! Sen beni yalnız başına kendi içinde zikrettiğinde, ben de seni kendi
içimde zikrederim. Beni bir topluluk içinde andığında, ben de seni, beni içinde
andığın toplumdan daha hayırlı bir toplum içinde anarım”.[36]
* Haris el-Eş’arî
(r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle anlattı: Yüce Allah, Hz.
Zekeriya’nın oğlu Hz. Yahya’ya beş söz vahyederek bunlarla amel etmesini ve
İsrail oğullarına da bunlarla amel etmelerini emretmesini söyledi. Fakat o, bu
konuda sanki ağır davranınca, Hz. İsa yanına gelerek ona şöyle dedi: “Allah,
amel etmen ve İsrailoğullarına da amel etmelerini emretmen için sana beş söz
emretti. Bu sözleri ya sen onlara haber ver ya da ben onlara haber vereyim”.
Hz. Yahya (a.s.):
“Kardeşim! Sen yapma. Eğer benden önce sen haber verirsen, Allah’ın beni yere
batırmasından ya da azaba uğratmasından korkarım” dedi. Sonra İsrailoğullarını
Beytülmakdis’te topladı. Mescid tamamen doldu; öyle ki mahfillere bile
oturdular. Sonra onlara şöyle hitap etti: "Allah bana beş söz vahyetti; bana
bunlarla amel etmeyi ve siz İsrailoğullarına da bunlarla amel etmeyi emretmemi
söyledi. Bu sözlerin birincisi, Allah'a hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a
ortak koşanın misali şöyledir: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş
karşılığı bir köle satın alır, onu kendi evinde oturtarak der ki: "Çalış ve
kazandığını bana getir!". Bunun üzerine köle çalışmaya başlar, fakat kazancını
efendisinden başkasına götürür. Hanginiz kölesinin böyle yapmasına razı olur?
İşte Allah da sizi yarattı ve size rızık verdi; öyleyse O’na hiçbir şey ortak
koşmayın. (Bu sözlerin ikincisi,) Allah size namazı emretti. Namaz kılarken
(sağa sola) bakınmayın. Çünkü Allah yüzünü, namazda sağa sola bakmadıkça kulunun
yüzüne çevirir. (Bu sözlerin üçüncüsü,) Allah size orucu emretti. Bunun misali
şöyledir: Beraberinde bir çıkın içinde misk olan bir adam, bir topluluğun
yanına gelir. Gruptaki herkes onun o kokuyu koklamak ister. İşte oruçlunun
(ağız) kokusu, Allah katında miskin kokusundan daha güzeldir. (Bu sözlerin
dördüncüsü,) Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline
benzer: Düşmanlar onu esir alıp ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu
vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben fidye karşılığı canımı
sizden alabilir miyim?” der ve az çok demeden bütün malını vererek canını
kurtarır. (Bu sözlerin beşincisi ise,) Allah size, kendisini çokça zikretmenizi
emretti. Bunun misali de, düşmanı peşinden hızla gelen bir adama benzer. Bu adam
sağlam bir kaleye gelip sığınarak kendisini düşmandan korur. İşte kul da
böyledir; şeytandan ancak Allah’ı zikretmekle kurtulabilir.[37]
Şevkanî der ki: Bu hadis, sağlam
kalenin kendisine sığınanı düşmandan koruduğu gibi zikrin de zikredeni
şeytandan koruduğuna delalet ediyor. Dolayısıyla zikreden, şeytanın
vesvesesinden, ona zarar vermesinden ve saptırmasından güvendedir. Allah’ın
rahmetinden kovulmuş şeytandan güvende olan ise, iki tehlikenin en büyüğünden
korunmuş demektir. Bu iki tehlike, nefis ve şeytan tehlikeleridir.[38]
* Sevban (r.a.)
anlatıyor. “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu,
işte onlara elem verici bir azabı müjdele!”[39] ayeti
indiğinde, bizler Hz. Peygamberle birlikte bir seferdeydik. Bu ayet inince,
bazı sahabeler: “Bu, altın ve gümüş hakkında mı nazil oldu? Hangi malın hayırlı
olduğunu bilseydik ondan edinirdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): “En hayırlısı, zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kişinin imanına
yardım eden mümin bir eş” buyurdu.[40]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder