28 Eylül 2019 Cumartesi

HZ. PEYGAMBERİN ZİKRE TEŞVİKİ

* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Benim sübhânallah velhamdulillah ve lailaheillallah vellahuekber demem, bana güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevimlidir”.[30]
* Enes b. Malik (r.a.) rivayet ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sabah namazından güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir toplulukla oturmam, benim için Hz. İsmail’in oğullarından dört tanesini özgürlüğüne kavuştur­maktan daha sevimlidir. İkindi namazından güneş batıncaya kadar Allah’ı zikreden bir toplulukla oturmam, bana dört kişiyi azad etmekten daha sevimlidir”.[31]
* Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla be­raberim. O, beni kendi içinden anarsa ben de onu kendi içimden anarım. O, beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı başka bir topluluk içinde anarım. Eğer o, bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın yaklaşı­rım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yak­laşırım. Eğer o bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak gelirim”.[32]
Bu kudsi hadiste geçen “Ben, kulumun benim hakkım­daki zannı gibiyim” ifadesi, “Ben, kulumun benim hakkımda zannettiğini yapmaya kadirim; yapabileceğimi sandığı şeyi yaparım” anlamındadır. Kurtûbî, el-Müfhem’de der ki: “Ben, kulumun beni zannettiği gibiyim” ifadesinin şu anlamda ol­duğu söylenmiştir: Kul, dua ettiğinde duasının kabul edile­ceğini; tevbe ettiğinde tevbesinin geri çevrilmeyeceğini; ba­ğışlanma dilediğinde bağışlanacağını; şartlarını yerine getire­rek yaptığı her ibadetin sevabının mutlaka verileceğini ve Allah’ın vaadini mutlaka yerine getireceğini zanneder, buna inanır”. Bu anlamı, Hz. Peygamberin şu hadisi de destekle­mektedir: “Size icabet edileceğine inanarak Allah’a dua edin”. Günah işlemeye devam ettiği halde bağışlanacağını zannetmek, cehalet ve aldanmadan başka bir şey değildir. Bu tür düşünce, kişiyi Mürcie mezhebine götürür.[33]
el-Hattabî de der ki: Allah, ameli güzel olanların zannını güzel yapar. Hadis sanki şöyle söylüyor: Siz amellerinizi güzel yapın; hatalarınız af olunur. Zira Allah pek cömert ve engin kerem sahibidir”.[34]
İbn Battal ise şöyle söyler: Yüce Allah bu hadiste, kulun kendisine kendisinin de kuluna yaklaştığını haber veriyor. Hatta yürüyerek ve koşarak gelmekten söz ediyor. Tüm bu tanımlamalar, gerçek ve mecazi anlam içerir. Bunlara gerçek anlam verildiğinde, bu, mesafe kat etmeyi ve bedenlerin yakınlaşmasını gerektirir. Oysa bu, Yüce Allah hakkında im­kansızdır. Bu ifadelere gerçek anlamı vermek imkansız olunca, onlara mecazi anlamı vermek zorunlu hale gelir. Arap dilinde meşhur olan geçerli kural budur. Buna göre kulun karış ve arşın ile Allah’a yaklaşması, O’na gelmesi ve yürümesi demek, Allah’a itaat ederek, farz ve nafile ibadetleri yaparak Allah’a yaklaşmak demektir. Allah’ın kuluna yaklaş­ması ve gelmesi ise, Allah’ın bu kulu kendisine itaat üzerinde sabit kılması ve onu merhametine yaklaştırması demektir. “Ben de ona koşarak gelirim” ifadesi, “Sevap ve mükafatım ona çabuk gelir” anlamındadır.[35]
İmam Nevevî, Müslim şerhinde bu hadisi açıklarken der ki: Bu hadis, Allah’ın sıfatlarıyla ilgili bir hadistir. Dolayısıyla hadisin, zahiri anlamı kastetmiş olması imkansızdır. Hadisin anlamı şudur: Kim bana itaat ederek yaklaşırsa, ben de rahmetimle, başarılı kılmakla ve yardım etmekle o kimseye yaklaşırım. O, ibadeti artırdıkça ben de rahmet ve yardımımı artırırım. Eğer bana yürüyerek gelir ve bana itaatte çabuk davranırsa, ben de ona koşarak gelir; rahmetimi onun üze­rine yağdırır ve onu geçerim. Onu, amacına ulaşmada daha fazla yürümeye muhtaç bırakmam. Yani bu hadiste temel amaç, yaklaşma derecesine göre Allah’ın sevabının yapılan ibadetten kat kat fazla olacağını anlatmaktır.
* İbn Abbas (r.a.) anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yüce Allah diyor ki: Ey Ademoğlu! Sen beni yalnız başına kendi içinde zikrettiğinde, ben de seni kendi içimde zikrederim. Beni bir topluluk içinde andığında, ben de seni, beni içinde andığın toplumdan daha hayırlı bir toplum içinde anarım”.[36]
* Haris el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor. Allah resulü (s.a.v.) şöyle anlattı: Yüce Allah, Hz. Zekeriya’nın oğlu Hz. Yahya’ya beş söz vahyederek bunlarla amel etmesini ve İsrail oğullarına da bunlarla amel etmelerini emretmesini söyledi. Fakat o, bu konuda sanki ağır davranınca, Hz. İsa yanına gelerek ona şöyle dedi: “Allah, amel etmen ve İsrailoğullarına da amel etmelerini emretmen için sana beş söz emretti. Bu sözleri ya sen onlara haber ver ya da ben onlara haber vereyim”.
Hz. Yahya (a.s.): “Kardeşim! Sen yapma. Eğer benden önce sen haber verirsen, Allah’ın beni yere batırmasından ya da azaba uğratmasından korkarım” dedi. Sonra İsrailoğullarını Beytülmakdis’te topladı. Mescid tamamen doldu; öyle ki mahfillere bile oturdular. Sonra onlara şöyle hitap etti: "Allah bana beş söz vahyetti; bana bunlarla amel etmeyi ve siz İsrailoğullarına da bunlarla amel etmeyi em­retmemi söyledi. Bu sözlerin birincisi, Allah'a hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şöyledir: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş karşılığı bir köle satın alır, onu kendi evinde oturtarak der ki: "Çalış ve kazan­dığını bana getir!". Bunun üzerine köle çalışmaya başlar, fakat kazancını efendisinden başkasına götürür. Hanginiz kölesinin böyle yapmasına razı olur? İşte Allah da sizi yarattı ve size rızık verdi; öyleyse O’na hiçbir şey ortak koşmayın. (Bu sözlerin ikincisi,) Allah size namazı emretti. Namaz kılar­ken (sağa sola) bakınmayın. Çünkü Allah yüzünü, namazda sağa sola bakmadıkça kulunun yüzüne çevirir. (Bu sözlerin üçüncüsü,) Allah size orucu emretti. Bunun misali şöyledir: Beraberinde bir çıkın içinde misk olan bir adam, bir toplulu­ğun yanına gelir. Gruptaki herkes onun o kokuyu koklamak ister. İşte oruçlunun (ağız) kokusu, Allah katında miskin ko­kusundan daha güzeldir. (Bu sözlerin dördüncüsü,) Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir alıp ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben fidye karşılığı canımı sizden alabilir miyim?” der ve az çok demeden bütün malını vererek canını kurtarır. (Bu sözlerin beşincisi ise,) Allah size, kendisini çokça zikretmenizi emretti. Bunun misali de, düşmanı peşinden hızla gelen bir adama benzer. Bu adam sağlam bir kaleye gelip sığınarak kendisini düşmandan korur. İşte kul da böyledir; şeytandan ancak Allah’ı zikretmekle kurtulabilir.[37]
Şevkanî der ki: Bu hadis, sağlam kalenin kendisine sığı­nanı düşmandan koruduğu gibi zikrin de zikredeni şeytan­dan koruduğuna delalet ediyor. Dolayısıyla zikreden, şeyta­nın vesvesesinden, ona zarar vermesinden ve saptırmasın­dan güvendedir. Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytandan güvende olan ise, iki tehlikenin en büyüğünden korunmuş demektir. Bu iki tehlike, nefis ve şeytan tehlikeleridir.[38]

* Sevban (r.a.) anlatıyor. “Altın ve gümüşü yığıp da on­ları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!”[39] ayeti indiğinde, bizler Hz. Peygam­berle birlikte bir seferdeydik. Bu ayet inince, bazı sahabeler: “Bu, altın ve gümüş hakkında mı nazil oldu? Hangi malın hayırlı olduğunu bilseydik ondan edinirdik” de­diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “En hayırlısı, zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kişinin imanına yardım eden mümin bir eş” buyurdu.[40]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder